Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

13 Ocak 2011 Perşembe

Termessos


Antik Şehirler
Termessos, Türkiye’nin en iyi korunmuş antik şehirlerindendir. Antalya’nın 30 kilometre kuzeybatısında yer alır. Denizden ortalama yüksekliği 200 metre olan Antalya dağları çevresindeki travertenlerden 1.665 metre yükseklikte, Güllük Dağı’nın tepesinde doğal bir platform üzerine kurulmuştur. Bir çok vahşi bitkinin arasında saklanmış ve sık çam ormanlarıyla sınırlanmıştır. Termessos’un, huzur veren ve el değmemiş görünümüyle diğer antik şehirlerden daha farklı ve etkileyici bir havası vardır. Doğal ve tarihi zenginliklerinden ötürü, şehir adını taşıyan Milli Park kapsamına alınmıştır.
Termessos’taki çift “s”, şehrin Anadolu insanları tarafından kurulduğuna dair dilbilimsel bir kanıt sağlar. Strabo’ya göre, Pisidia halkı olan Termessos sakinleri kendilerini Slymi olarak çağırırlardı. Yaşadıkları dağa da verilen bu isim, sonraki yıllarda Zeus’la özdeşleştirilen ve burada da Zeus Solymes kültünün yükselmesine sebep olan Anadolu tanrılarından Solymes’den gelmektedir. Termessos madeni paralarında genelde bu tanrı vardır ve paralara adını verilmiştir.
Tarih sahnesinde bu şehirle ilk karşılaşmamız meşhur Büyük İskender kuşatmasıyla bağlantılıdır. Bu olayla ilk ilgilenen ve Termessos’un stratejik önemini kaydeden eski tarihçilerden biri olan Arrianos, şehri kuşatan başa çıkılamaz doğal engellerden dolayı şehrin küçük bir birlikle bile savunulabileceğini belirtmiştir. İskender, Pamphylia’dan Frigya’ya geçmek istemişti ve Arrianos’a göre Frigya’ya yol Termessos’tan geçiyordu. Gerçekten de, daha alçak ve kolay geçitler varken İskender’ın neden o kadar sarp olan Yenice geçidini tırmanmayı seçtiği hala tartışma konusudur. Perge’deki düşmanlarının İskender’i yanlış yola gönderdiği de söylenir. İskender, Termessosluların kapattığı geçidi geçmek için oldukça çaba ve zaman harcamıştır ve bu sinirle geri dönerek Termessos’u kuşatmıştır. Muhtemelen Termessos’u zaptedemeyeceğini bildiğinden, İskender hücuma geçmemiştir fakat bunun yerine kuzeye doğru yürümüş ve öfkesini Sagalassos’dan çıkarmıştır.
Tarihçi Diodors, Termessos tarihinde bir başka unutulmaz olayı da tüm detaylarıyla kaydetmiştir. M.S. 319’da İskender’in ölümünden sonra, generallerinden biri, Antigonos Monophtalmos, kendisini Küçük Asya’nın hükümdarı ilan etmiştir ve esas destekçisi Pisidia olan rakibi Alcetas ile savaşmak için hazırlanmıştır. Antigonos Monophtalmos’un kuvvetleri, 40.000 piyadeden, 7.000 süvariden ve ayrıca sayısız filden meydana gelmiştir. Bu üstün nitelikli kuvvetlerin hakkından gelemeyen Alcetas ve arkadaşları Termessos’a sığınmışlardır. Termessoslular, onlara yardım etme sözü vermişlerdir. Bu sürede, Antigonos şehrin önüne gelmiş ve burada kamp kurarak düşmanının kendisine iade edilmesi için çabalamıştır. Yabancı bir Makedon uğruna şehirlerinin felakete sürüklenmesini istemeyen Termessos yaşlıları Alcetas’ın iade edilmesine karar vermişler ancak genç Termessoslular verdikleri sözü tutmak istemişler ve bunun dışına çıkmayı reddetmişlerdir. Yaşlılar, Alcetas’ı bırakma niyetleriyle ilgili bilgilendirmek amacıyla Antigonos’a heyet yollamışlardır. Savaşa devam etmek için yapılan gizli bir plana göre, Termessoslu gençler şehri terk etmeyi başarmıştır. Yakında tutsak olacağını öğrenen Alcetas, düşmanın eline verilmektense ölmeyi tercih etmiş ve kendini öldürmüştür. Yaşlılar, Antigonos’a Alcetas’ın cesedini yollamışlardır. Üç gün boyunca cesede her türlü eziyeti yapan Antigonos, daha sonra cesedi gömmeden bırakarak Pisidia’dan ayrılmıştır. Olanlara kızan gençler, Alcetas’ın cesedini geri almışlar, saygı içerisinde gömmüşler ve anısına bir güzel bir anıt dikmişlerdir.
Termessos, açıkça bir liman şehri değildi ancak, toprakları güneybatıda Attaleia (Antalya) Körfezi boyunca uzanırdı. Şehrin denize olan bu bağlantısından dolayı şehir, Ptolemyler tarafından alınmıştır. Daha 40 yıl önce İskender’in güçlü dönemlerinde bile direnen bir şehrin, Mısır egemenliğini kabul etmesi çok şaşırtıcıdır.
Likya’nın Araxa şehrinde bulunan bir yazıt, Termessos hakkında önemli bilgi verir. Bu yazıta göre, M.Ö. 200’lerde Termessos bilinmeyen sebeplerden dolayı Likya şehirleri birliği ile savaştaydı ve M.Ö. 199’da Termessos kendini tekrar Pisidialı komşusu İsinda ile savaşta buldu. Bu dönemde M.Ö. 2. yüzyılda Küçük Termessos kolonisinin şehrin yanında kurulduğunu görüyoruz. Termessos, eski düşmanı Serge ile daha iyi mücadele edebilmek için Pergamum Kralı II Attalos ile dostça ilişkiler içine girdi. II. Attalos da bu dostluğun anısına Termessos’da 2 katlı bir stoa inşa ettirdi.
Termessos, Roma’nın müttefikiydi ve böylelikle M.Ö 71’de Roma Senatosu tarafından bağımsızlığı kabul edildi; bu kanuna göre Termessos’un özgürlüğü ve hakları garanti altına alındı. Bu bağımsızlık, Galatia Kralı Amyntas ile yapılan ittifak haricinde (M.Ö. 36-25 yılları hükümdarlık sürdü) uzunca bir süre devam etti. Termessos’un bağımsızlığı, “Autonomous” (Özerk) adını taşıyan madeni parasıyla da belgelenmiştir.
Ana yoldan sarp bir yolla şehre ulaşılır. Bu yoldan geçen biri, etrafında Termessosluların “Kral Caddesi” olarak isimlendirdikleri eski yolun yanı sıra Helenistik dönem istihkam duvarlarının, sarnıçların ve diğer bir çok kalıntının bulunduğu meşhur Yenice Geçiti’ni görebilir. Termessos halkının katkılarıyla M.Ö. ikinci yüzyılda yapılan Kral Caddesi, yükselen şehrin duvarlarının yanından geçer ve düz bir yol şeklinde şehrin merkezine kadar uzanır. Şehir kapısının doğusundaki duvarlarda zarlarla kehanet içeren oldukça enteresan yazıtlar vardır. Roma İmparatorluğu tarihi boyunca bu tür büyüler, sihirler ve batıl inançlar yaygındı. Büyük olasılıkla Termessoslular, geleceği tahmin etmeye oldukça meraklıydılar. Bu tür yazıtlar, genellikle dört beş satır uzunluğundadır ve zarlarla belirlenen sayılar içerir, kehanet için tanrının adı istenir ve kehanetin içeriği o tanrının öğütleri içinde verilir.
Resmi binaların bulunduğu Termessos şehri, iç duvarların az ilerisindeki düz arazide yer alır. Bu yapılardan en dikkat çekici olan çok özel mimari özelliklere sahip bulunan agoradır. Açık hava pazar yeri olan bu yapının zemini taş bloklar üzerinde yükselmiştir ve kuzeybatısında beş büyük sarnıç oyulmuştur. Agora üç yandan stoalarla çevrilmiştir. İki katlı stoada bulunan bir yazıta göre, stoa, Pergamum Kralı (M.Ö. 150-138 yılları arasında hükümdarlık sürmüştür) II. Attalos tarafından dostluklarının kanıtı olarak Termessos’a hediye edilmiştir. Kuzeydoğu stoa, muhtemelen Attalos’un stoası taklit edilerek Osbaras isimli varlıklı bir Termessoslu tarafından yaptırılmıştır. Agoranın kuzeydoğusunda bulunan kalıntıların gymnasyuma ait olduğu düşünülmektedir ancak sık ağaçların arasından bunu anlamak zordur. İki katlı stoa içerde tonozlu odalarla çevrelenmiş avludan oluşur. Stoanın dışı nişlerle ve Dor nizamında diğer süslemelerle dekore edilmiştir. Bu yapı M.S. birinci yüzyılı işaret eder.
Agoranın hemen doğusunda tiyatro vardır. Pamphylia Ovasının üzerinde manzaraya hakim olan tiyatro hiç şüphesiz Termessos ovasının en göz alıcı yapısıdır. Helenistik dönem tiyatro planını koruyan bu tiyatro, Roma tiyatrosunun en belirgin özelliklerini sergiler. Helenistik caeva ya da yarım dairesel oturma alanı, diazoma ile ikiye ayrılır. Diazoma’nın üzerinde sekiz, aşağısında on altı oturma sırası vardır. Tiyatro, yaklaşık 4000 – 5000 seyirci kapasitesine sahiptir. Geniş kemerli giriş yolu, cavea ile agorayı bağlar. Güney parados’a daha sonraları kemer yapılmışsa da kuzey parados orijinalindeki gibi üstü açık olarak bırakılmıştır. Sahne binası M.S. ikinci yüzyılın özelliklerini gösterir. Bunun arkasında sadece uzun, dar bir oda vardır. Burası, görkemli bir şekilde süslenmiş cepheyi kesen beş kapı ile oyunun sahnelendiği podyuma bağlanır. Sahnenin altında vahşi hayvanların dövüşe çıkarılmadan önce tutuldukları beş küçük oda vardır. Diğer tüm klasik şehirlerde olduğu gibi tiyatronun yaklaşık 100 metre ilerisinde odeon vardır. Küçük bir tiyatroyu andıran bu yapı, M.Ö. birinci yüzyıla kadar uzanabilir. Çatı seviyesine kadar oldukça iyi korunmuş olan odeon en iyi kalite yontma taş duvarcılığı örneği sergiler. Alt kat sadeyken ve iki kapıyla ayrılmışken, üst kat Dor düzeninde süslenmiş ve kare şeklinde kesilmiş taş bloklardan yapılmıştır. Yapının orijinalinde çatısının olduğu kesindir çünkü ışığı doğu ve batı duvarlarındaki 11 geniş pencereden almaktadır. 25 metre uzunluğundaki bu çatının binanın üzerinde nasıl durduğu hala belirlenememiştir. Günümüzde içi toprak ve moloz dolu olan harabedeki oturma düzeni ya da oturma kapasitesi değerlendirmek pek mümkün değildir. Oturma kapasitesi muhtemelen 600-700 kişiden fazla değildi. Molozların arasında, renkli mermer parçaları çıkartılmıştır bu da iç duvarların mozaiklerle süslü olabileceğini göstermektedir. Bu güzel yapının, bouleuterion ya da konsey odası olarak hizmet vermiş olması da mümkündür.
Termessos’ta değişik büyüklüklerde ve çeşitlerde altı tapınak vardır. Bunlardan dört tanesi odeonun yanında kutsal olduğu tahmin edilen alanda bulunmuştur. Bu tapınaklardan ilki odeonun tam arkasında yer alır ve gerçekten görkemli bir duvarcılık işçiliği sergiler. Bu tapınağın şehrin asıl tanrısı Zeus Solymeus’a ait olduğu ileri sürülmektedir. Ancak ne yazık ki, geriye 5 metre yüksekliğindeki tapınağın iç duvarlarından başka çok az şey kalmıştır.
İkinci tapınak odeonun güneybatı köşesinde uzanır. Bu tapınağın cella’sının duvarlarının boyutları 5.50 x 5.50 metredir ve prostylos tarzındadır. Halen ayakta duran ve tamamlanmış olan girişte bulunan bir yazıta göre, bu tapınak Artemis’e ithaf edilmiştir ve hem harabe hem de içindeki kült heykel Aurelia Armasta isimli bir kadın ve kocası tarafından kendi gelirleri kullanılarak yaptırılmıştır. Girişin diğer tarafında yazılı bir zemin üzerinde bu kadının amcasının heykeli durur. Tarzına bakılarak tapınağın tarihinin M.S. ikinci yüzyılın sonlarına kadar uzandığı söylenebilir.
Artemis tapınağının doğusunda Dor tarzı tapınağın kalıntıları vardır. Bir kenarda altı veya 11 sütundan oluşan tapınak peripteral tiptedir; boyutlarına göre değerlendirilecek olursa bu tapınak, Termessos’un en büyük tapınağı olmalıdır. Rölyeflerden ve yazıtlardan bu tapınağın da Artemis’e ithaf edildiği anlaşılmıştır.
Daha ileride doğuda kesilmiş taşlardan yapılan terasın üzerinde küçük bir başka tapınağın kalıntıları vardır. Tapınak yüksek bir podyum üzerinde yükselir, ancak hangi tanrıya ithaf edildiği bugün bilinmemektedir. Yine de, klasik tapınak mimarisinin genel kurallarına karşı bu tapınağın girişi sağdadır ve bu da tapınağın bir yarı tanrıya ya da kahramana ait olabileceğine işaret eder. Bu tapınağın tarihi M.S. üçüncü yüzyılın başlarına kadar uzanabilir.
Diğer iki tapınak Korinth düzenindeki Attalos Stoası’nın yanında yer alır ve prostylos tarzındadır. Yine bugün halen bilinmeyen tanrılara ve tanrıçalara ithaf edilen bu tapınaklar, M.S. ikinci ya da üçüncü yüzyılı işaret ederler.
Bu geniş merkezi alanda bulunan tüm resmi ve kült yapılar arasında, en ilginçlerinden biri tipik Roma dönemi evi formundadır. Altı metre yüksekliğe ulaşan Batı duvarında bulunan Dor düzenindeki kapı aralığının üzerinde bir yazıt görülebilir. Bu yazıtın üzerinde evin sahibinden, şehrin kurucusu olarak övgüyle söz edilir. Şüphesiz, bu ev Termessos’u kuranın değildi. Belki bu, şehre fevkalade hizmetler sunan ev sahibine bir ödüldü. Bu tür evler genellikle soylu kimselere ve zenginlere ait olurdu. Ana giriş, ikinci bir kapıya giden bir salona, bu ikinci kapı da merkezi avluya ya da atrium’a açılır. Yağmur sularını tutmak için avlunun ortasında impluvium ya da havuz vardır. Atrium, evin bu gibi günlük faaliyetlerinde önemli yer tutardı ve aynı zamanda konuk kabul odası olarak da kullanılırdı. Bu yüzden de sık sık gösterişli bir şekilde süslenirdi. Evin diğer odaları düzenli bir biçimde atriumun etrafında yer alır.
Geniş, dükkanların sıralandığı portico’ları olan bir cadde, şehir boyunca kuzey-güney istikametinde uzanırdı. Sütunlar arasındaki boşluklar genellikle, çoğu güreşçilere ait olan başarılı sporcuların heykelleriyle doldurulmuştur. Bu heykellerin yazılı kaideleri hala yerlerindedir ve bu yazıları okuyarak bu caddenin eski ihtişamını yeniden canlandırılabiliriz.
Şehrin güneyi, batısı ve kuzeyinde çoğu şehir duvarları içerisinde olan, kayaya oyulmuş mezar taşları bulunan geniş mezarlar vardır ve bunlardan bir tanesinin Alcetas’a ait olduğu düşünülmektedir. Ne yazık ki, mezar hazine avcıları tarafından yağmalanmıştır. Mezarın içerisinde kline’nın arkasında sütunların arasında bir çeşit kafes oyulmuştur ve bunun yukarısında muhtemelen süslenmiş bir friz vardı. Mezarın kalan kısmı M.Ö. dördüncü yüzyıla tarihlendirilebilecek ata binen bir savaşçının betimlemeleriyle bezenmiştir. Genç Termessosluların General Alcetas’ın trajik ölümünden ne kadar fazla etkilendikleri ve onun için görkemli bir mezar yaptıkları bilinmektedir ve tarihçi Diodoros, Alcetas’ın Antigonos ile at üzerinde savaştığını kaydeder. Çakışan bu olaylar, aslında mezarın Alcetas’a ait olduğuna ve rölyefde betimlenenin de o olduğuna işaret eder.
Yüzyıllardır şehrin güneybatısında sık ağaçların arasında saklanan lahit, insanı bir anda tarihi törenin derinliklerine götürür. Ölüler, kıyafetleri, mücevherleri ve diğer aksesuarlarıyla bu lahitlere konurdu. Yoksulların bedenleri, sade taş, kil ya da ahşap lahitlerde yakılırdı. Tarihi M.S. ikinci yüzyıla uzanan bu lahitler, yüksek kaideler üzerinde durur. Öte yandan zengin aile mezarlarında, lahitler soyuyla ya da onun yanına gömülme izni olanlarla birlikte ölen kişi için hazırlanmış şatafatlı bir şekilde bezenmiş yapının içine yerleştirilmiştir. Böylelikle, kullanım hakkı resmi olarak garanti altına alınmış oluyordu. Bu biçimde, belirli bir mezarın tarihi belirlenebilir. Ayrıca, lahitlerinin açılmasını engellemek ve mezar soyguncularını korkutmak için tanrıların öfkesini çağıran yazıtlar da bulunabilir. Bu yazıtlar aynı zamanda kurallara uymayanlara uygulanan para cezalarını da belirtir. 300 ile 100.000 denari arasında değişen bu para cezaları genellikle Zeus Solymeus adına şehir hazinesine ödenirdi ve yasal hükümlerin yerini alırdı.
Şu ana kadar Termessos’ta herhangi bir kazıya başlanılmamıştır.
Bu sayfalar, Keskin Color A.Ş. tarafından yayımlanan Kayhan Dörtlük’ün “Antique Cities Guide - Antalya” (Antik Şehirler Rehberi – Antalya) isimli kitabındaki bilgilerden hazırlanmıştır.

11 Ocak 2011 Salı




Metropolis, İzmir ili Torbalı ilçesine 12.km uzaklıktaki Yeniköy ile Özbey köyleri arasında bir tepe üzerine kurulmuştur. Metropolis İonia bölgesinin antik bir kentidir
  Smyrna ile Ephesos arasındaki antik yol üzerinde kurulan kentte ticaretin geliştiği, hatta Hegesias isimli bir bankerin varlığı yazıtlardan öğrenilmektedir. Metropolisli zengin yurttaşlar, kentlerinin güzelliği için cömert davranmışlar; stoa, tiyatro ve gymnasium gibi anıtsal yapıların yapımına parasal katkıda bulunmuşlardır. 
  Metropolis, Ana Tanrıça Kenti anlamına gelir. Meter Gallesia isimli Ana Tanrıça’nın tapınağının bulunduğu kutsal mağara, kentin beş kilometre kadar kuzeyinde Uyuzdere mevkiinde yer almaktadır. Mağara içinde yapılan kazılarda, çok sayıda pişmiş toprak Ana Tanrıça heykelciği, aşık kemikleri, kandiller ve çanak çömlek parçaları bulunmuştur. Aşık kemikleri bu mağaranın aynı zamanda bilicilik ve falcılıkta da kullanıldığını işaret etmektedir.
 Bizans Kalesi
 Metropolis antik kentinde ilk yerleşim Helenistik dönemde başlamıştır. Roma ve Bizans döneminde daha da gelişen şehirdeki antik yapılar tiyatro ve kalesi günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Buradaki kale Helenistik çağda yapılmış, Bizans döneminde Arap akınlarına karşı önlem olarak daha güçlendirilmiş ve genişletilmiştir. Kalede İzmir 9 Eylül     
  Üniversitesi tarafından kazı çalışmaları yapılmıştır. 
Kale kesme taş ve moloz taştan yapılmış olup, yerleşim alanının büyük bir kısmını çevreleyen surlarla desteklenmiştir. Duvar örgülerinde antik yapılara ait mimari parçalar ve heykeller kullanılmıştır. Kale dikdörtgen planlı olup burçlarla desteklenmiştir. Büyük kulenin kuzeydoğu köşesinde büyük taş blokları ile savunma tesisleri kurulmuştur. Buradan da anlaşılacağı gibi Bizans döneminde yapılan ilavelerle Bizans kalesi Helenistik surlarla birleştirilmiş ve kuzeye doğru yöneltilmiştir.
Tiyatro
  Anadolu’da taştan yapılmış tiyatroların en erken örneklerinden (İÖ 2. yüzyıl) biri olan Metropolis Tiyatrosu kentin güneydoğusunda, bir yamaç üzerindedir. Yaklaşık 3 bin 600 seyirci kapasitesine sahip tiyatronun oturma yerleri (cavea) bir diazoma ile iki parçaya ayrılır. 
Metropolis tiyatrosu, Romalı mimar Vitruvius tarafından belirlenen tiyatro mimarisi standardına özellikler göstermektedir. Büyük çoğunluğu Geç Hellenistik devre ait tiyatronun, sahne binasında Roma devri etkileri de görülmektedir. Aynı şekilde orkestra düzlemi de, Roma döneminde mermer döşeme ile kaplanmıştır. Tiyatronun alt bölümü erozyon nedeniyle, yoğun bir toprak örtüsü altında kaldığından, iyi korunmuş durumdadır. Bizans döneminde ise tiyatronun üzerine çiftlik yapıları ve konutlar inşa edilmiştir. Ayrıca yakındaki bir cam atölyesinin atıkları için sahne binası kullanılır. Tiyatronun 2000-2001 yılları arasında, TC. Kültür Bakanlığı tarafından onaylanan projeye uygun olarak, Philip Morris – Sabancı Ortaklığı’nın sağladığı kaynaklarla, Y. Mimar Ali Kazım Öz idaresindeki bir ekip tarafından restorasyon ve konservasyon çalışmaları yapılmıştır.

Bouleuterion
  Bouleuterion (meclis binası), şehir yaşamı ile ilgili önemli kararları veren kent meclisinin toplandığı yapı anlamına gelir. Metropolis’te, stoa’nın üst terasında, Bizans surları tarafından ikiye bölünen Bouleuterion yapısı, kareye yakın bir plana sahip. Dairesel oturma sıralarının ortasındaki yarım daire alanda sunaklar bulunmuştur. Yapı, ele geçen mimari ve plastik buluntulara göre Geç Hellenistik devre tarihlenir. Oturma sıralarının arasındaki, kenarı aslan ayaklı üç merdivenden başka, duvar kenarlarında üst platforma ulaşan iki merdiven daha var. Üst kısma çıkmak isteyen meclis üyeleri bu merdivenleri kullanarak, yapılan konuşmayı engellemiyorlardı. Bizans sur duvarının içinden çıkarılan asker ve yönetici heykellerinin üst platformda, nişlerin içine yer aldığı düşünülmektedir. Yapı, Atina Yeni Bouleuterion ile başlayan ve Miletos Bouleuterionu ile devam eden meclis binası geleneğinin önemli bir örneğidir.

Hamam-Gymnasium


MS.II. yüzyılda Roma döneminde yapılmıştır. 
Roma hamamlarının tipik özelliklerini yansıtan hamam sıcaklık (calderiım), ılıklık (tipidarium) ve soğukluktan (frigidarium) meydana gelmiştir. Hamam döşeme altındaki, bir metre yüksekliğinde olan ısıtma sistemi (hypocaust) ve duvarların içerisine yerleştirilmiş içleri boş tuğlalarla (tabuli) ısıtılmıştır. Roma döneminde gymnasiumlar, kubbeli ve tonozlu hamam yapılarıyla birleşerek, hamam-gymnasium yapı kompleksini meydana getirirler. İÖ 2. yüzyıla tarihlenen bir yazıta göre, gymnasium yöneticisi olarak Alexandra Mirton isimli bir kadının adı geçer. Yine aynı yazıtta bahsedilen, üç tarafı mermer oturma banklarıyla çevrili, triklinium denilen ziyafet odaları keşfedilmiştir.
Prof.Dr. Recep Meriç 1997 yılında hamamda yaptığı kazılarda Geç Roma Çağına tarihlenen çok sayıda gümüş sikke ortaya çıkarmıştır

Teras Evler

Tiyatronun doğu kenarına bitişik, Ephesos’taki Yamaç Evleri’ni anımsatan, teraslar halinde inşa edildiği anlaşılan Roma devrine ait mekânlar bulunmuştur. Bu mekânlardan duvarları fresklerle süslenmiş büyük bir salonda, renkli taşlarla yapılmış mozaik taban döşemesi yer almaktadır. Mozaik panoları üzerinde, başta tiyatro ve eğlence tanrısı Dionysos ile karısı Ariadne olmak üzere ilgili mitolojik karakterler, betimlemeler, komedya ve tragedya maskları görülür. Bu yüzden yapının tiyatro gösterileri ile ilişkili bir resepsiyon salonu olduğu düşünülebilir.

Atriumlu Ev – Ticarethane

Hamam kompleksinin alt terasında bulunan yapı, ortada sütunlarla çevrili bir avlu (atrium) ve çevresindeki odalardan oluşur. Avlunun ortasında ise yağmur sularının biriktiği bir havuz (impluvium) ve yanındaki mozaik döşeme koridor bulunmaktadır. Mozaik döşemenin her iki ucunda “iyi şanslar” anlamına gelen dilekler, Yunanca (Agathe Tykhe) ve Latince (Bona Fortuna) olarak yer alır. Bazı odalarda bulunan renkli duvar freskleri ve ağırlık ölçü taşları nedeniyle, yapının konut işlevinin yanı sıra ticarethane olarak kullanıldığı da düşünülmektedir.

Latrina ( umumi tuvaletler )

Hamam-gymnasium yapı kompleksinin güneydoğu köşesinde, 2001 kazı sezonunda latrina (umumi tuvalet) yapısı saptandı. 5.75x11.5 metre boyutlarındaki yapının, aynı anda yaklaşık 25 kişiye birden hizmet verdiği düşünülmektedir. Yapının hem alttaki caddeden hem de merdivenli Akropol sokağından birer girişi vardır. Bir üst kottaki küçük odanın da, latrina ile bağlantılı bir işleve sahip olduğu hatta kadınlar tuvaleti olabileceği düşünülmektedir. Bu alan içinde 2002 yılında tüme yakın bir Asklepios (sağlık tanrısı) heykeli ele geçmiştir.
 Alıntı:didimli.com

10 Ocak 2011 Pazartesi

Klaros


Posted by PicasaKLAROS (Apollon Tapınağı)(http://www.panoramio.com/user/1006914/tags/Clarios)

Klaros oniki İon kentinden biri olan Kolophon'a ait bir kehanet merkezidir. İki kent arasında kurulmuş olan Klaros, Kolophon'un 13 km. güneyinde, Notion'un (deniz üzerindeki Kolophon) 2 km. kuzeyinde yer alır. Buradaki Apollon Tapınağı, Delphi ve Didim'deki gibi kehanet merkezi olarak uzun zaman büyük önem taşımıştır. Kutsal alan ile ilgili en eski bilgiler Homerik hymnoslarda (ezgiler) İ.Ö. 7. ve 6. yüzyıla değin gitmektedir. Hellenistik ve Roma Dönemi boyunca da önem taşıyan Klaros Apollon Tapınağı'nın yakınında bir kutsal mağaranın bulunması, burada daha önceki dönemlerde bir Kybele kültünün varlığına işaret eder.
  Apollon tapınağı, 26 x 46 m. boyutlarında olup Dor düzeninde inşa edilmiştir. Peripteros planındaki (6 x 11 sütunlu) tapınak 5 krepis üzerinde yükselmekteydi.
Bu anıtsal heykellerin mulajları, tapınağın batısında yeniden düzenlenmiştir. Stilistik açıdan İ.Ö. 3. yüzyılda yapımına başlandığı anlaşılan tapınağın peristyloslu İmparator Hadrianus (İ.S. 2. yüzyıl) tarafından tamamlanmıştır. Kazılardan elde edilen verilere göre, söz konusu tapınağın altında Arkaik Dönemde de Apollon'a ait küçük bir tapınağın ve sunağın bulunduğu anlaşılmaktadır.
Tapınağın cellasının altında bugün taş kemerleri görülen kutsal bölümde kehanet, antik kaynaklara göre Delphi'de olduğu gibi Pythia adı verilen kadın aracılığıyla değil, bir erkek kâhin aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Klaros'ta bulunmuş olan yazıtların kehanet üzerine hiçbir bilgi vermemekle birlikte, Bergama, Sivas, Amasya, Kayseri ve Konya gibi kentlerde Klaros Apollonunun öğütlerini içeren yazıtlar bulunmuştur. Bunun yanı sıra, Psidia kentlerinden Sagalassos'ta Klaros Apollon'u için bir tapınak yapıldığı bilinmektedir.
Gelenlerin sormak istediği soru alınmadan , soruların tahmin edilip cevapları verilen tek bilicilik merkezi olduğu bilinmektedir.  Yeraltındaki kemerli iki salondan oluşan, kâhinliğin yapıldığı adyton (kutsal oda) kült heykelinin bulunduğu cellanın altında yer almaktadır. Doğudaki kemerli salonda taş oturma bantlarının yanı sıra, Apollon'un kutsal taşı olan mavi mermerden yapılmış omphalos bulunmaktadır. Bunun bir benzeri de Delphi'de ele geçirilmiştir. Kâhin ve yazman, bekleme odası niteliğindeki bu salonda durmaktaydı. Batıdaki ikinci salonda, doğudaki ile arasında yer alan kapıdan başka bir giriş bulunmamakta, yalnızca kâhinin karanlıkta girebildiği bu salonda, içinde kutsal suyun korunduğu, dikdörtgen bir kuyu yer almaktaydı. Kâhin bu suyu içtikten sonra kehanetlerini şarkı şeklinde dile getirmekteydi.  Bu kutsal suyu içenlerin bilicilik özelliği artmakla birlikte ömürlerinin azaldığına inanılırdı.
  Apollon tapınağının 27 m. doğusunda 9 x 18.45 m. ölçülerinde bir sunak yer almakta, tapınak ile sunak arasında kuzey-güney yönünde yerleştirilmiş 4 sıra halinde 100 adet hayvan bağlama bloğu bulunmaktadır. Üzerlerinde birer demir halkanın yer aldığı dikdörtgen formlu taş bloklar şimdiye dek bulunmuş olan tek örnektir ve kurban törenleri için yapılan düzenlemelerle ilgili bilgi vermesi açısından büyük önem taşımaktadır.
  Apollon tapınağının kuzeyinde, ona paralel olarak inşa edilmiş İon düzeninde küçük bir tapınak ve sunak yer almaktadır. Bu sunakta Arkaik Döneme ait Artemis heykelinin ele geçirilmesi, söz konusu tapınağın Artemis'e adandığını göstermektedir